10 Aralık 2010 Cuma

mary stayed out all night


Bu aralar haftalık heyecanla beklediğim üç şey oldu. Birincisi tartışmasız yeriyle One Piece (artık bıktınız biliyorum ama..) İkincisi 3 bölüm sonra bitecek olan Kuragehime, ve üçüncüsü de Mary Stayed Out All Night. Öylesine, beklentiler çok yüksek diye başlamıştım ve açıkçası başroldeki Mungyol diye telaffuza sahip adlı arkadaşı pek sevmiyordum zira you are beautiful adlı dizinin ilk bölümünü bile bitirememiş ve nefret etmiştim. Ama kızı ve tabii ki coffee prince, antique bakery ve bad guyın yakışıklısını pek severim.
Neyse uzatmanın anlamı yok, resmen bayıldım diziye. Sanırım fullhouseın yaratıcısının manhwası olmasının da etkisi büyük ama oyunculuklar da çok iyi özellikle Mae Ri'nin tavırları filan pek şeker.
Aşağıda dizide çok fazla duyduğumuz my bus şarkısıyla hazırlanmış güzel bir video var. İzlemedim merak ediyorum diyenler bir göz atabilir.

Bu arada ben Mae Ri'nin kıyafetlerine ve giyim tarzına bakıyorum sürekli. Yün kazakların uzun hırkaların hastası bir insan olarak, bayılıyorum üst üste saçma sapan kazakları geçirip yine de kendine yakıştırmasına. Ben cesaret edemem o kadar karman çorman giyinmeye ama ona yakışıyor. Zaten neredeyse bütün kore dizilerinde baş karakterleri inanılmaz güzel giydiriyorlar, çok özen gösteriyorlar karakterin kişiliğine yakışır özgün bir tarz oluşturmaya.
(Evet bu sahneyi hepimiz sevdik)
Bir de manhwasının ingilizceye çevrilmemiş olmasına çok üzüldüm. Çizimleri filan çok güzel, e konusu da harika...neden es geçilmiş hiçbir fikrim yok.
Neyse bu bol resimli az yazılı kayıttan sonra tekrar derse kaçıyorum. görüşürüüüz, jaa ne!

6 Aralık 2010 Pazartesi

Kelimeler kifayetsiz: One Piece 478


Fotoroman tadında anlatacağım bu bölüm gerçekten uzun zamandır beklediğim, ve beklediğime de değen bir bölümdü. Zaten daha openinginde neler olacağını düşünüp Luffy ve Ace'in birbirlerine güldükleri yerde inceden ağlamaya başladım. (Evet bu aralar hassasım sanırım biraz)
bölüm tabii ki luffy'nin ivan-chana enerji hormonu için yalvarmasıyla başladı. Yavrum, kuzum "Eğer savaşamazsam ve Ace'i kurtaramazsam zaten kendimi öldürürüm." diyince Ivan-chan da benim gibi dayanamadı bastı hormonu. E tabii hormonu yiyen Luffy aldı gazı bir miktar marini çok şık bir şekilde dövdü.
Tama olarak kaç metre olduğunu çözemediğim, koş koş bitmeyen mesafede yine koşmaya devam ederken Luffy'nin karşısına Coby çıktı. Tam bir korkak olan Coby cesaretini toplayıp Luffy ile verdikleri söz üzerine karşısına nasıl çıktı bilmiyorum - ki zaten bölümün ismi de bu kısacıksahneyle ilgiliydi- ama çıkışıyla düşüşü bir oldu. Bölüm ismini resmen diğer bomba olayları saklamak için kullanmışlar. ama luffyciim çok güzel öptürdü yumruğunu... bknz:
Tam coby'i geçtiler bu sefer de kumalar çıktı karşılarına. Ben şu tayfanın dağıldığı olaydan beri en çok onlardan korkuyorum, gerçi artık bir etkileri kalmadı ama (heh heh) neyse. Luffy'nin kimliğini tespit edip tam ateş edecekken, bizim gelin Hancock yardımına yetişti yine luffy'nin. Hancock'u seviyorum çok ama animede mangadakinden çok abartıyorlar şu "luffy bana adımla seslendi, eriyorum bitiyorum" olaylarını. Tamam komik ama bu kadar uzatılmaz ki..çıkçıkçık!
Bu arada iskelenin önünde Shirohige'nin olduğu yerde de çok fena şeyler oluyordu. Bir kere inanılmaz acımasız bir şekilde sevgili anka kuşumuz karizmatik Marco'muzu Shirohigeye yardıma gitmeye çalışırken fena yaraladılar. Koluna sea prism stone taktılar ve anında o hakan altun kılıklı -neeee diye konuşan şerefsiz herif Kizaru tarafından vuruldu.
Bu arada da Shirohigeye ölü ete dadanan sinekler gibi dadadan marineler kılıçlarını Shirohigenin her tarafına sapladılar. Eve asıl korkunç sahne Shirohige'nin tam kafasına yediği tüfekti. Tam olarak hatırlamıyorum ama mangada oradan sonrasında Shirohigenin başının yarısının kopmuş gösteriyordu ama sanırım çocuklar etkilenir diye burada öyle yapmamışlar.
Tam göğsüne o piç Akainu'dan yediği lavlı yumruk ve kafasına aldığı darbelerle tabii ki babaların babası bir miktar yalpalıyor ama sonra bir toparlanışı var kiii....
"Ore waaa....Ore waaa....Shirohige daaa!!!"
Mızrak mı kılıç mı işte elindeki her neyse bir savuruyor ki....Bütün dandik marinleri havaya gönderiyor!!(Shirohige babam ooool!)
Tabii ne kadar ciddi yaralar aldığının da farkında. ama ölürse olacakların da farkında. O yüzden sevgili oğullarına parlak bir gelecek yaratmadan asla ölemeyeceğini Ace'e haykırıyor. Tabii bu arada etrafı tekrar marinlerle sarılıyor.
Bu esnada Crocodile'ın kestiği iki cellat yerine yenileri bulunuyor ve iskeleye geliyor. Artık Ace'in idamına saniyeler var. O sırada Luffy'yi, Ace'in ölmesine izin vermeyeceğini söyleyen ve gözleri bulanıklaşan Shirohige'yi görürüz. Tabii ki Luffy "Durun, kesin şunu" diye bağırır.
Ama bir an gelir ki!!! Tam burada seiyuusu Tanaka Mayumi bir kere daha tebrik etmem gerekiyorç resmen ağlamaya devam ederken hıçkırmaya başladım. Ve o anda Luffy'nin ne zamandır beklediğimiz Hakisi ortaya çıkar!!!
Gelecke bölümlerde haki ile ilgili daha ayrıntılı bilgiler verilecek ama haki öncelikle luffy'nin enel gibi logia tipi şeytan meyveleriyle dövüşmesini, istediğini karşındakine emir olarak vermesini falan sağlıyor. Neyse aşağıdaki resimde de görüldüğü gibi Luffy hakisiyle bütün dandik marinleri yere serebildi. Tabii amirallere ve diğer güçlü adamlara etkisi pek olmadı ama onlar da zaten şaşkınlıktan kendilerinden geçmiş duruma geldiler.
yaşadığım heyecan ve gururun tarifi gerçekten olamaz. dediğim gibi bu bölüm için kelimeler kifayetsiz....
görüşürüz canlar...

3 Aralık 2010 Cuma

Yeee, şeeeep!



Hep bunu yapıyorum. Diyorum ki konsept olan dizilerden animelerden hoşlanmam, başlamamak en iyisi. Ama hep yanılıyorum. Her seferinde kendime bir daha önyargılı olma direkt başla diyorum. Basketbol yüzünden Slam Dunk’a ve Buzzer Beat’e, Boks yüzünden Hajime no Ippo ve One Pound of Gospel’e nasıl başlamadan önce uzun uzun düşünüp, başladıktan sonra izlenebilecek en kısa zamanlarda bitirip kendimi aştıysam, yemek yapılıyor öyle dizi mi olur dediğim Pasta da tarafımdan en hızlı bitirilen diziler arasında ilk 3 e yerleşti. Ve dizideki Şep-Balık çiftimiz en sevdiğim çiftler sıralamasında 2. Sıraya yerleşti. Birincisi sarsılmaz yeriyle tabii ki Coffee Princein tatlıları Han Kyul ve Eun Chan...

Pasta huysuz şefiyle, masum ama dürüst çaylağıyla, muhteşem mutfağı ve tabii ki yemekleriyle beni benden aldı. Bir çok blogda da görüp dikkat ettiyseniz dizinin parlayan yıldızı kesinlikle şef(p) Choi Hyun Wook rolündeki Lee Sun Gyun’du. Ben bu amcanın sesine ve tavırlarına zaten taa Coffee Princeden beri hastaydım ve onu başrolde görmek beni çok mutlu etti. Coffee Prince’teki Eun Chan’ın Noel Babası gibi sürekli şirin, düşünceli, çok nadir sinirlenen romantik müzisyenden burada eser yok. Şepimiz cümlelerin sonunu bağırarak bitiren, ceza olarak sürekli çaylaklarının alnına fiske vuran, mutfağında kadın istemeyen, çok yaratıcı aşağılama cümleleri bulabilen ama aslında aşağıladıkça ve azarladıkça sevgisini gösteren dünya tatlısı bir hırçın. Bana nedense öğrencilerini çok öok seven ama onların iyiliği için onları sürekli azarlayan yaşlı öğretmenleri hatırlattı. Neyse efenim, mimikleriyle, konuşma tarzıyla ve hareketleriyle muhteşem bir şefi canlandıran Sun Gyun aabimizi ayakta alkışlıyoruz.

(La Sfera'nın muhteşem mutfağı)

Ama ben şef kadar Seo Yoo-Kyung karakterini de sevdim. Ya bu kadar saf, azimli, inatçı ama aklına geleni hiç çekinmeden çat çat söyleyen balığımızı da Kong Hyo-jin ablamız harika canlandırmış. Şefin de dediği gibi “yee, şep” diyişi, o yamuk yumuk suratıyla hoşuna gitmeyen bişi olduğu zaman ağzını bükmesi, şef bunu her azarladığında maymun gibi gülmesi, kendisine aşık olan müdürle olan ilişkisi ne bileyim çok şirindi. Zaten şepi de ancak böyle biri adam edebilirdi. İnatçı ve saf!

Ama açıkçası mutfakta çalışan ekibin çoğunu pek sevemedim. İtalyadan gelen ekip kıvırcık saçlı, Kimi wa Petto’daki Momo’ya benzeyen tip dışında çok soğuktu, Kore ekibi ise bildiği fesattı. Dizinin sonunda her şey rayına oturdu ama bir çok bölümde resmen onları nefretle izledim. İlk bölümde kovulan 3 salaktan bahsetmek bişle istemiyorum. Gıcıklar!

(Bir vongole yemeden ölürsem, vallahi gözüm açık giderim)

Çok fazla romantizm, aman çiftlerimiz sarılsın, öpüşsün gibi şeyler burada yok. Zaten şep-balık ikilisine ters. Ama 14. Bölümün sonundaki otobüs durağı sahnesi ve çaylağın evine gittikleri sahneler kesinlikle baştan alınıp alınıp izlenecek sahneler, zira ben öyle yaptım.

Kore dizileri izleyenlerin çoğu zaten izlemiştir ama ben yine de reklamını yapayım. Huysuz şepimizle tatlı çırağımızı tanıyın bence çok seveceksiniz. Böyle “ay yerim ben sizin ikinizi” diyeceksiniz.

2 Aralık 2010 Perşembe

gong yoo'nun yıllar önce kaybolan ikizi...




Dizi başladığından beri çocuğa gözüm takılıyor. Hatta ilk gördüğümde gerçekten Gong yoo konuk oyuncu filan sandım. Ama aradım taradım gerçek adını, hatta dizideki adını bile bulamadım. Sanırım ilk oyunculuk deneyimi, zaten çok yardımcı bir rolde...Neyse ama yine de çok benziyor, değil mi?

Bu pazartesi kendim için büyük, insanlık için küçük bir adım attım!

Bu geçtiğimiz Pazartesi sevgili kaynım msnden birden bana “Hastalığın nedir, buldum.” Dedi. Ben yaklaşık 3 yıldır sürekli nedeni belli olmayan bir hapşırma ve burun akıntısıyla uğraşıyorum. Hapşırma ve burun akıntısı ne kadar büyük bir problem olur demeyin, çünkü gerçekten de sürekli olması insanı çok yoruyor. Yani sabah gözünüzü açar açmaz hapşırmaya başladığınızı ve bunun her gün bir kaç saat devam ettiği düşünün. Ardı arkası kesilmeyen burun akıntısı da cabası. Ek olarak bu 3 yılda bütün kış geçmeyen bir öksürükler de eklendi. Havalar soğudunda yakalandığım ilk griple başlayan ve mayısta havalara ısınana kadar yer yer azalsa da hiç bir zaman tam olarak geçmeyen, gece uyutmayan dede öksürüğü. Neyse kaynıma göre KOAH olmuş olabilirmişim. Şimdi salim kafayla muhtemelen değilim diye düşünüyorum ama o anda yani Pazartesi inanılmaz korktumç Bildiğiniz ölüm korkusu gibi bir şey.

Sigara bağımlısı olmama rağmen kanserdir, sigara içmiş ciğer resimleridir nedense bana bu vakte kadar hiç etki etmemişti. Ama KOAH beni çok korkuttu, çünkü tedavisi yok, hemen öldürmüyor ama ölene kadar süründürüyor. Sürekli bir nefes darlığı, istediğini yapamama hali, yatağa bağlılık...beni çok korkuttu. Günün birinde zaten bırakacaktım çünkü nişanlıyım, evleneceğim günün birinde çocuk isteyeceğim filan. Vücudumun tertemiz olması gerekiyor ki çocuk sağlıklı olsun. Ama o günün bu kadar erken geleceğini düşünmemiştim. En azından mezun olmayı beklerim diyordum. Neticede bu Pazartesi sigarayı bıraktım. Daha önce ailemin yanına gittiğimde yakalanma korkusu yüzünden sigara içmeden haftalar geçirdiğim olmuştu ama hayatımda ilk defa İstanbul’da, yalnızken kendi rızamla karar verip sigarayı bırakıyorum. (Bu arada benim dünya tatlısı nişanlım da –ki kendisi tiryakilerin şahıdır- bıraktı. En azından niyetine girdi, bu da bir aşamadır)

Bu yazıyı buraya yazıyorum ki baktıkça başlayasım gelse bile utanıp başlamayım. Sürekli kendime sigarayı bırakmanın faydalarını sayıyorum. Bir kere bu hastalıklarımın azalacağına inanıyorum. Sonraa, evim temiz kokacak, üstüm başım temiz kokacak. Sınıfta yanımdaki acaba rahatsız oluyor mu diye düşünmeyeceğim. Efendime söyleyim, 5. kattaki evime her çıktığımda asansör yok diye küfretmeyeceğim. Param cebime kalacak. (Gerçekten de az buz bir para değil hani) Akşam dışarı çıktığımızda kışın dışarıda oturup üşümeyeceğiz.

Ama tabii şu an kendimi en kötü hissettiğim şey sürekli yemek istemem. Özellikle bugün canım artık sigara değil de tatlı filan istiyor. Dün gece mesela hayatımda yapmadığım şeyi yaptım, dizi izlerken kendime meyve tabağı hazırladım ağır ağır, oturup onu yedim. Sağlıklı olmak istiyorum ama kilo almak da istemiyorum açıkçası. Şu ilk hafta bir geçsin sağsalim, olmadı ondan sonra bakarım bir çaresine.

Sevgili okuyucularım acaba sizlerin arasından da acayip tiryakiyken bırakan oldu mu?? Bana yardımcı olun piliiiiiz....Yeniden başlamak istemiyorum. Eğer başlarsam kendime olan güvenimi saygımı kaybederim gibime geliyor...